Bu defa hepsinden daha dağınık olabilir çünkü öyle olmasını ben istiyorum. Her zaman dağınıktım, ondan şikayet ettim ama fark ettim ki dağınıklık benim bir çeşit rahatlığım düşüncelerimde. O yüzden “Bırak, dağınık kalsın.” derler ya, onu tercih ediyorum şimdi.
- Ne zaman bir şeylerden etkilenişimi anlatsam kendimi “histerik” olarak tanımladım. Bir gün adam dedi ki “Neden histerik diyorsunuz? Bunu gösteren ne var elimizde?” Düşündüm, hiçbir şey bulamadım. Sadece hissetmişim, gelişen duruma tepki olarak bazı hisler uyanmış içimde. Hissettiğim şey anormal de değilmiş, sadece hismiş. Eyleme dökülen, daha doğrusu dışarıyı etkileyen bir yanı da yokmuş. Olsa olsa ben trafik kazası geçirebilirdim, o da beni etkilerdi işte. Ama öyle bir durum da yok aslında, sadece hissetmişim. Hissetmemek lazım ya da tepki hissi olmamalı diye nasıl şartlandımsa, 0,00000001 de 0’dan büyüktür der gibi, o hissimi fazla görmüşüm.
İşin kötü yanı, bunu hâlâ yapıyorum. Hissetmemem lazım diye, hatta doğrusu üzülmemem lazım yaşadığımdan diye zorluyorum. Çünkü evet, duygusallığı zayıflık saymışım ve zayıf olmayı kendime yakıştıramamışım. Oysa insan zayıflıkları olacak bir canlı, söylemeye bile gerek yok. Bunu başka herkeste normal, doğal görürken kendime hak tanımayışıma ne demeli? - Yıllarca kendimi ifade etmeye çalıştım bilmeden. Neyi anlatmaya çalıştım bilmiyorum tam, “Duyun beni!” dedim sadece. Altında mesajlar vardı muhtemelen. Kendimin de duymak istemediği belki. Hatta mutlaka burada da bahsetmişimdir, eminim bundan. Joy Division‘ın She’s Lost Control‘ünü sevmemin en önemli sebebi (sadece sevmek değil, sahiplenmek; kendi şarkım saymak) “And she expressed herself in many different ways / Until she lost control again.” sözleriydi. Sonra bu bitti. Duyulduğumu hissettim ilk defa. Tam anlaşılmak olmasa da duyulmak, birinin değer verdiği için kulak kabartması. Fark ettim ki ifade çalışmam azalmış, ihtiyaç duymaz olmuşum. Biraz sıkıcılaştım gibi geldi hatta, renksiz miyim acaba dedim. Ama çok batmadı bu. Artık çünkü yerim vardı.
Sonra yok oldu. Birden. Ondan yeniden yavaş yavaş uyanıyor boşluğa doğru “Duyun beni!” çığlıklarım. Neyi duyurmaya çalışıyorum hâlâ bilmiyorum tam. Ama çalışıyorum. O duyan kulak yine duyacağını söylüyor, “Seslen bana ne zaman istersen” diyor da pek öyle değil bende. Zaten rahat değildim hedefi belli seslenişlerde, söyleyememişim bile bazı halleri – duymadığını fark etmiş. Yani… İşte. Döndük yine aynı noktaya. - Ben anlaşılmak istemiyorum galiba. Anlaşılmak isteyen insan daha açık yazar çoğu şeyi. Ben istemiyorum. Bunun sebebi ama artık bildiğim bir şey, ilk maddemle alakalı. Zayıflığın hoş görüleceğinden emin olmamak yani.
- Daha da maddem yok aslında ama içimden bir ses daha dağıtmalısın diyor, ondan uğraşıyorum. Şarkı koyasım da yok buraya bugün çünkü o da anlamsız geliyor şu noktada. Oysa geçenlerde insanlara dinletmeyi, daha doğrusu benim hissettiklerimi anlatabilmeyi nasıl istediğimi fark ettim. Bazı şarkılarda, sanatçılarda. Ama ne önemi var ki? Herkesin kendi algısı var ve o algılarda milyon detay farklı anlam veya his ifade ediyor. Yine ifade etmek… Neyse.
- Hiçliğe ve anlamsızlığa geliyorum yine. Her şey “Eee?” noktasına çıkıyor. Harika.
- Uzatmayayım o zaman daha. Bay.