Önceden yok olduğumda geriye hiçbir iz kalmasın isterdim. Hiç var olmamışım gibi. Bu yüzden de defterleri yırtardım, etiket almamaya uğraşırdım, zaten herkese “yakın ama mesafeli” dururdum. Çok imkansız değil gibi gelirdi dünyadan silinmek. Hiç yer edinmemek. Zaten yer edinmek belki daha da zordu.
Hâlâ da yer edinmenin zorluğunu hissediyorum. Yapamayacağıma inanıyorum daha çok. Varlığım artık oluştu sanırım ama bir koltuktan farklı anlam sahibi olmak? Zor geliyor. Bu da hiçlik işte. Her zaman hiç olmak.
“Birilerinin hayatına dokunmak” denir ya, o kolay. Dokunursunuz da ne olarak? Yoldan geçen insan da dokunuyor, zor değil bu. Sonra geçiyor o dokunma. Kalmıyor. Çoğu insan kalıcı ama, bu gerçek. Birilerinin, ne olursa olsun birilerinin hayatında kalıcı yeri öyle böyle ediniyorlar. Çünkü hiç değiller.
Hiç deyince anlamsızlık gitmesin, temelinde benzerler. Hiç olunca anlamsız da oluyorsunuz. Neden yaşadık? Bilmem. Anlamı yok ki. Doğmuştu, nefes aldı, sonra dediler büyüyünce şunlar bunlar yapılmalı, yaptı… Genelde o arada anlamını kendisinin hissetti, hissettirildi çünkü. Bu prosedürleri yapmak anlam ifade etmese de benliği anlamlıydı. Görevleri yerine getiriyordu ya da yine kendisi gibi olan insanlar için bir şekilde anlamı ifade ediyordu. En nihayetinde anlamını da kazanıyordu.
Varoluşu yaratmaktan bahsediyorum, evet. Sartre’ın dediği.
Ben onu bulamadım hiçbir zaman. Kabul etmeye çalıştım hiçliğimi, algı oluşturmaya çalıştım kendime belki de öyle değil diye. Ama temelleri bilmemek midir, geneli çözememek mi… Bir şekilde hep hiç oldum. Kendi içimde. Ne zaman ki belki hiç değilimdir diyeceğim, buna inanacağım olsa zarar da görünce hiçlik de daha kabul edeceğim oldu.
Son zamanlarda bu azalmıştı; daha doğrusu yüzeyde en azından bazı durumları daha iyi analiz edebiliyordum. Benden bağımsız dünyanın varlığı bu defa işime yarıyordu, tüm yollar benim hiçliğime varmıyordu. Fekat bu ara bir şeyler oldu, ne olduğunu bile bilmiyorum. Başa döndüğümü hissettim. Bunu hissettikçe kendimi yadırgadım çünkü başta elimde hiçbir şey yoktu, artık var. Yine de başa, benim hiç oluşuma dönmek kaçınılmaz geliyordu.
Bugün fark etim ki belki de – bunu kesin olarak sağlamak çok zor olacak ama – belki de ben hiç değilim. Ben hiçbir zaman hiç değildim belki. Eee, ne güzel, di mi? Bugünden sonrası için güzel de bunca zaman yaşamı oluştururken hiçlik o kadar merkezdeydi ki bir an durup – istek üzerine – ya ben hiç değilsem diye düşününce…
Çok ağır geldi o an. Hatırlamadığım o ana döndüm, hiç olduğumu kimse anlamasa da söylediğim o ana. Hiç olmadığımı bilsem… Gösterilse bu bana… Her şey bambaşka olabilirdi. Her şey.
O an bunun ağırlığından hiçliği tercih ettiğimi fark ettim. Hiç olmadığım zaman yüzleşme o kadar çok ki dayanmak çok zor. Yalnız dayanmak daha zor. Bir dayanak var, ondan yardım alıyorum zaten ama…
…
Şimdi hiçlik var mı emin değilim. Hiç olmanın alıştığım türlü yan hissi var, hepsi beni devamlı tutar farkındayım bunun. Daha anlam bulduğum da yok, alakasız. Ama hepsi temelleniyorsa bir noktadan, hiçlik yok olabilir ve sonrası n’olur bilmiyorum. Ben varolmayı ne kadar başarabilirim onu da.
Yine de hiçliğimden kurtulmak güzel olur gibi geliyor. Hiçliği hiç etmek.