İçeriğe geç

13

Somutluğu öyle ölçü bilmişiz ki soyutluk “şımarıklık” olmuş. Oysa soyutlukla yaşıyoruz, var oluyoruz, sürdürüyoruz.
Bu devamlılık içinde bir an var olmadığımızı görünce mesela, somutluk ölçüden çıkmıyor mu?

Soyutluk seviyesine gelmek “hop” diye değil tabii. Somutları aşmak için zorladıktan sonra, ondan önce de var olan soyut sıkıntıları yine karşısına çıkan insan sudan çıkmış balığa dönüyor. Her yerde “E ne var? Her şeyi hallediyorsun!” diyenler, diğer tarafta çözülemeyenler. Uzman destekleri, iç sorgulamalar, netice alamayışlar, kaçışlar, ne kadar kaçsan sonunda yine sadece bu sorgulamayla baş başa kalmalar…

Karantina var, her şeyle “baş başa”yız.


Bağıran iç sesi bir süre susturunca ya da öbür iç ses sesini fazla yükseltince bomboş güneşe bakıyorsun. Şimdi ölsen, şu anda dünyadan yok olsan ne değişir, diye soru geliyor aklına. Hiç. Hiçbir şey. Tamam, iyi insanlar var. Onlar ağlar, üzülür ama hiçbirinde varlığın bir anlam ifade etmiyor aslında. Anlam ne? Sevilmek değil. Birilerinde “var olmak” değil aslında. Senin kendinde var olman. Kendin için var olman.


Ben Duman severim beyler ve de bayanlar – burada kadınlar demem estetik durmazdı. Hep sevdim, Replikas ile çekiştiler çok zaman ama neticede Duman sevdim. Haberin Yok Ölüyorum dedi, Ah dedi, Senden Daha Güzel dedi… Köprüaltı mutluluğunu bambaşka saydım hep mesela, o tazeliği hep sevdim.

“Doğrusu yok, düşün taşın
Eğrisi yok, fikrin başın.”

Uzun değil alıntı da zaten olay bu. Doğrusu yok. Hiçbir şeyin doğrusu yok. Varlığın, yokluğun, soyutluğun, somutluğun… En sonunda “neyse”ye varıyor hepsi. Zaman geçiyor ve ne der Ian Brown? Time is My Everything.


Ben yoruldum kendimden. Bunun süslemesinin anlamı da yok. Ben kendimden yoruldum doğrusu. Gün batarken güneş ne güzel diye düşünüp anında gelen “Eee?” sorusundan yoruldum. O “Eee?”nin içime yerleşmişliğinden yoruldum. Böyle muhtemelen yıllarım geçecek, en azından 16-17 yılım geçti zaten ama yoruldum. Bunu durduramamaktan yoruldum.

N’apayım? Aşka anlam yükledim, fos çıktı. Hedeflere yükledim, vazgeçmek zorunda kaldım. Korkular dedim, mahvettiler beni. Sonunda hepsini bıraktım, kaldım güneşe bakarken öyle.

Güneş öyle güzel aydınlatıyor ki bazen diyorum neden var bu dünyada benim gibiler için? Saçmalık işte.


“Bu kadar Nihilizm de fazla ama!” dediği geliyor birinin aklıma – hiç bu sorgulamalarda değildim ve 19 yaşındaydım. Bence de fazla ki Nietzsche’yi sevmem zaten. Çünkü ben kendime yakın gördüğüm hiçbir kavramı sevmem – sevmemeye uğraşırım.


Yarın yani bugün pazar ahali, bunun güzelliği var diğer taraftan. Bu mutluluklar kurtaracak beni – muhtemelen azami 40-45 yaşına kadar. Hiç de fena değil, hı? Bence de.

O halde bende sorun yok. Ya sizde?

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: