İçeriğe geç

Çıkış üzerine

Düzlük, dip, dip, dip, sorgulama, suçlanma, dip, düzlük, dip, eğlenme, dip, suçlanma, dip… Sonra gelen “Eaaah yeter be!” ve çıkış.

E kuzum, nasıl bu noktaya gelecekti insan bu loop’larda bi’ break olmasaydı?

Bazen bir olay, bazen anlık hal, bazen alkol, bazense hiçbir şey. Yeter hissi bu. Mesela bu defa biraz düzene yine aykırı – ama o adam bunun geleceğini benden önce tahmin etmiştir bence. “Siz içinizdeki sesten huzursuz oldukça sonra onun tersine daha ileri seviyedekini yapıyorsunuz” diyordu çünkü, kesin bilmiştir. Ama ne önemi var ki?

Şalterler indirilsin. Karanlık? Mmm… Severim.

Eylemsizliği ve izolasyonu seçmek, “Aman, bana ne?” fikriyle, kendine ve her şeye. Her şey vurgulu. Şöyle yani: HER ŞEYE.

“Just what is it that you want to do?
Well, we wanna be free, we wanna be free to do what we wanna do
And we wanna get loaded and we wanna have a good time”

Seviyoruz bunu, değil mi? Ben seviyorum, sizinkini şu anda (“şu an” ayrı yazılır) pek umursayamam doğrusu. Benim dünyam burası, malum.

Aslında bunun bir de diğeri var, daha çok tutarım ki o adında söyler: Don’t Fight It, Feel It. Ama bugün ne “fight” var, ne “feeling”. Bugün “yeter” var. Çünkü her şeyi kendi halletmemeli insan, yeter. Ne gerek, ne için, neye varacak? Hiçlik her yerdeyken…


O zamanlar bazı gecelerde uyurken düşünceler fazla bastırınca (hangi düşünceler olduğunu hatırlayamıyorum, bu da garip) kendime çözüm geliştirmiştim. Gözlerim kapalıyken iyice yukarı kaldırıp bakışımı (kapalı gözle) indiriyordum. Bu perde indirme gibi bi’ his veriyordu, ama perdeden sonra aydınlık geliyordu.

“If you close the door,
The night could last forever.
Leave the sunshine out
And say hello to never”

“Never” orada da gelip güçlendi mi? Belki. Ne önemi var ki? Zaten gelecekti, eh… Rahatlıyordum. Bir şeyler bir tarafta bırakılmalı, sonsuz mücadele yaşadığın hayatın kendisi için var, dahasına uğraşmak mı? Yapan var, çok hem de. Çoğunluk belki ama o güce sahip olmamak da bendeki hal.


“break” ya da “continue” çok sevilmez ama bi’ “goto” değiller. Her konuda akış sağlayamıyor akıl, o zaman gerekeni kullanmalı. “continue” loop için iyi de loop’u sevmiyorsan gelecek şey belli: “break”


Birden gelen rahatlık gibisi var mı ya? Neticede hayat devam ediyor, baksana dünyanın derdi bambaşka. Hoş, sen neyi dert ettin, dert ettin mi, onu da bilmiyorsun da sadece “hissediyorsun”. Eh o his de birden ölüyor, çünkü her şey ölür.


Atak olmak, kendini zorlamak, çabalamak… Yeter biraz. Sıcak su torbasını alıp kalacaksın en nihayetinde yaza kadar, neye uğraşasın daha? Olacak olan oluyor, bırak.


Geçen trafikte düşündüm, bu arada pardon konuyu aniden değiştiriyorum ama konu bu zaten; birden bırakmak. Ne diyordum? Trafikte düşündüm, ben yolda çok düşünürüm, bir dönemin tüm genç kadınları Savage Garden dinleyip Darren Hayes‘e hasta oldu. Truly, Madly, Deeply bunun sebebiydi tabii ki ama şu bence daha güzel.

El şıklatması var, bas girişi var, “vuhoo, ouuoo”su var, şöyle de söyleri var:

“So you’re the kind that deals with the
Games in the mind.
Well you confuse me in a way that
I’ve never known.

When the madness stops then you
Will be alone.”

Bence güzel bir şey. To the Moon & Back ile çekişir, o da ayrı güzel.

O genç kadınlardan mıydım? Ne münasebet efendim? Ama albümünü orijinal kaset olarak almıştım grubun. İki albümünü de. Para ayırarak. Mmm… Neyse.


Karmaşık hiçbir şey yokken de dibe iner insan, inmek de hakkıdır birinin boğazına bıçak dayamıyorsa. Şımarıklıksa onun şımarıklığı, şımarıklık diye bulunacak ortamı kendi çabalayıp oluşturduysa hele. Lütfen. Ama dipten çıkmak istiyorsa da, bunu da birden yapıyorsa, şalter indiriyorsa… E yapar tabii. Kime ne?

Hoh. Rahatlık. Gelsin uyku.

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: