Çok dağınık bir şeyler var aklımda, hepsi ortak nokta taşıyor; gitmek. Bi’ milyon tane olay, varlık, kişi geliyor, gitmiş, gitmek isteyen, gidecek… Sonra…
Aslında şu videoyu izledim, komik de detayları ortaya koyan, oradan yağdı hepsi aklıma:
Sonunda diyor ki nihayete bağlarken, “Hating their hometown is the first step and their way to making a positive change.”
Ama bunun algı meselesi olduğunu da hep belirtiyor, kaçmak, kurtulmak, değiştirmek, seni değiştirmiyor. Sen seninleyken bir şeyler çözülmüyor diye. Bunu fark etmek bana yıllardır farklı şekilde vuruyor zaten de, şehir değiştirmede de söz konusu olunca… Eh… Mardin’de töre altında yaşamıyorsa kişi, evet, kurtuluş şehirden çıkmakta yatmıyor olabilir.
Bir kendinden kaçmak var, bir de yapabildiklerini daha ileriye taşımak. İlkini yapamıyorsun zaten, ikincisini de yapmanın sonu yok. “Peki nereye varacak bu? Tamam bunu da yap, sonra? Dahasını isteyeceksin,” diyordu birisi. Oldu da dediği, tamamen. İşte, yer değiştirmek de aynı bunlardan bir şey, birlikteliği belki.
Bilmiyorum ya… Tam böyle hayatı çözmüşüm gibi yazıyordum, insanı anlamışım gibi, tam bir yaşam koçu olacaktım… Birden dinlerken aşırı yoğunlaştığım, zaten yoğunken dinlediğim bir parçayı gördüm, onu dinlemeye başlayınca yaptığım tüm çıkarım tuz buz oldu. Yanlış diye de değil, anlamsız geldi. Neticede hissettiğimiz varken, hissederken, eylem önemsizleşiyor.
Varlığımı ne oluşturuyor bilmiyorum. Melankoliye düşkünlüğümün ta 13-14 yaşımda bile çıktığını fark ettim yakın zamanda. Kendime yakınlık buluyordum belki, kendimi zerre tanımadan o zaman. Neşeli insanın neden melankolik olan ya da melankoliye düşmek için sebep bulabilecek kimselere ilgisi uyanır? İçten içe melankolik olduğu için – şimdi bu zaten ortada herhalde.
Şimdi melankolimden kurtulmaya (?) çalışıyorum, bu aşinalığa kapılmaktan da belki. Ama şarkıya gelince, ya o gizli melankoli beni ben edense ve ben böyle bir anlam ifade edeceksem anlamsızlığın içinde boğulurken diyorum – ki olayın aslı bu da değil. Bana ne ne anlam ifade ettiğimden? Kılıfı bu. Ben ya bu hissi, bu yoğunluğu komple kaybetmek istemiyorsam geldi. Yani hem mutlu hem melankolik olunur mu? Belki bi’ insan olur, birlikte bu yoğunluğa ulaşırsınız, hı? Ya da yalnız varlığınla mutluluğu hissedersin, bir kısmında da yoğunlaşırsın. Olmaz mı ki? Mutluluk yoğunluk içerebilir mi? Sanmıyorum hiç.
Doğruyu kaybettim yine, bir saniyede. Yazıyı yazmaya başlayalı çok zaman oldu çünkü durup şunu dinlemeye başladım. Kaldım.
“Normallik” bağırıyor bi’ yandan içimde, diyor yukarı çık, oradan devam et, melankoliden bahsettiğin kısmı yok et. Neden halbuki? Ne önemi var ki? Neye varıyor? Neler oluyor neler, sonu ne? Kimi bastırmak gerekiyor? Kimi uyuşturmak?
Neyse. Kesebilirim burada. O iki kısım birbiriyle burada çekişsin, beni bıraksınlar. Bıraktım.
Merhaba.
Montaigne “Denemeler” isimli kitabında bu konuya değiniyordu. Ve Lucretius’tan şu alıntısı vardı: “Görmüyor muyuz? Bocalıyor insan, aranıyor hep. Yer değiştiriyor, yükünü atmak ister gibi.” Ama faydası dokunuyor mu yer değiştirmelerin? Bence hayır. Sık sık hüzne düşüyorsa bir insan elbet vardır sebebi/sebepleri. Bunları içten içe biliyor muyuz? Evet, muhtemelen. Elimizden gelen bir şey var mı? Hayır. Hâlâ nefes alıyoruz, türlü detaylarıyla yaşamaya devam ediyoruz. Neyse fazla uzatmayayım. Aksi durumda sizin yazdıklarınız kadar yer kaplar mesajım. 🙂