Beş yılı geçmiş bir yazım vardı, testte Albert Camus tarzı çıktığımdan bahsediyordum ve onu anlamadıklarından bahedip kızıyordm Onedio testçilerine. Dün dedim, yine çözeyim sayfa duruyorsa diye. Çözdüm, değişmişim. Değişmişim de…
Resmini koyayım öncelikle, o anlatsın.

Bukowski‘yi sevip sevmdiğimi bilemem bir türlü. Birkaç kitabını, hakkında Jean-François Duval’ın yazdığı Bukowski ve Beat Kuşağı kitabını da okudum ve bence biraz anlarım onun genel “felsefesi”ni ve belki… Hani belki gizliden bir saygım da vardır ama bi’ yandan da ideal bulmam onu. Hiç bulmam.
Tabii altı üstü bi’ Onedio testi, her şey demek değil de hakkında gayet fikir sahibi olduğum bir yazar – yine – gelince şaşırmadım değil. Camus da öyleydi benim için, onu sevdiğimi direkt kabul ederim. Bukowski ise biraz kayıplık gibi de geldi. Gerçi demişler, “Fazla da anlam yüklemeye gerek yok” diye, en haklı kısmı bu olayın. Gerisini hiiiiç yorumlamayacağım şimdi.
…
Peki saf arzuları neden kötülemişler acaba? Saf arzularımızı yok etmeye programlandık, onları sıfırlamayı ideal saydık da neden? Yazarken tereddütteyim, ahlak yargıları için değil. Evet, insan sorumluluk sahibi olabilecek canlı, düşünme özelliği var ve bunu yok sayması saçma kalır. Dürtülerle yaşamayacaktır sadece ama dürtü de vardır, doğaldır, oradadır. Dürtülerin emriyle yaşayıp kontrolsüzce davranmayacaksa da, uyum içinde varlığını sürdüremez mi her şeyin?
Taaamam tamam, milyon tane yanlışı çıkıyor insanın ki ben zaten bunlardan birinden ötürü (kendimden alakasızca) aylardır sorgulamalardayım. Ama… Bilemiyorum, bilmiyorum.
…
Dostoyevski çıksa daha dokunurdu belki. Bunu anlatmak zor, yapabileceğim şey değil herhalde. Neyse, çıkmadı zaten. Bukowski’yi tabii komik de buldum. Neden? Buyrun, şunu yazan da benim çünkü.
…
Gayet de dingin hallerdeyim eylemsel olarak bu arada, abartmasınlar şimdi… Hıh.