İçeriğe geç

Bilmek üzerine azıcık

Ne matematik gelişmiş ne fen. Yazmak, okumak bile çok yaygın değil. Sen bilmiyorsun en azından. Konuşuyorsun, sorguluyorsun, düşünüyorsun devamlı ak sakallı dede havasında ama bu bir bilgiye mi dayanıyor yoksa çözümlemelerine mi, orası tartışılır. Ama bir gerçekçiliğin var, cahil cesareti ve bilmişliği semtine uğramamış (herhalde sorgulamaların buna etken) ve vizyonun sana gelecekte çok bilineceğini söylüyor. Tabii dersin, “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” diye Sokrates, tabii dersin.

Şaka değil, ciddiyim. Fen bilimlerinin çok alanında Aristo çıkar karşımıza; yok efendim adam gitmiş elmaya bakmış, bunun gördüğümüzün dışında ufak tanecikleri olmalı demiş. Yok geometrik cisimlerde bilmem neyi düşünmüş, kuvvetlere girmiş vesaire vesaire…. Öyle bi’ bilinmezlik içindeymiş ki (belki bugün biz de öyleyizdir ama onunki daha da fazla) elini attığında binlerce yıl gidecek bilgi kaynağını bulmuş. Ama öğretmeninin öğretmeni öyle mi? Öğretmeni olan Platon zaten kendi öğretmenine (Sokrates) hayran kalmış ne güzel sorguluyor diye de bilmekle ilgili konuşmamışlar hiç. İnsan yaşamını güzelleştirmeye vermişler kendilerini. O yüzden gerçekten bilmediyse Sokrates, bunu görmesi çok takdir edilesiymiş (onun hayranı öğrencisi bunu hiç dile getirmemişse de) ama mütevazi bir şekilde insanın aslında nokta kadar varlığının oluşunu ifade etmemiştir belki.

Bilginin zaten sonu yok, toparlanması da zor. Bugün çok şeyi biliyoruz sanıyoruz ama aslında bildiğimizi ne kadar bildiğimizden yana ben hep şüpheliyim. Daha çok sorgulamak, rasyonel olmak bir yerlere vardırıyor bence. Sorgularken bilgiden mutlaka yararlanıyoruz, mesela ben az önce yaptım. Sokrates’in yazmadığını biliyordum, kullandım bunu. Ama sorgularken hayatı bilgiden ziyade yaşananı kullanıyoruz ve hatta bazen onu bile kullanmıyoruz, içgüdüsel bir şeylere varıyoruz.

Durduk yere Sokrates’in sözü geldi aklıma işte. Durduk yere adamın aslında bilmediğini düşündüm. Durduk yere onu gömdüm kısmen. Oysa Platon’u daha çok gömesim gelir hep, aşırı hayranlığından ötürü ve Aristo’yu öve öve bi’ hal olmak isterim çünkü o kadar çok alanda izi çıkar ki… Yine de en yakın gelen, Platon’un anlatımına bakarsak sorgulamalarıyla, mantık yürütmeleriyle Sokrates’tir.

Neyse. Bir aralar da neden biliyoruzu düşünüyordum. Bilmek için mi, paylaşmak için mi, kullanmak için mi diye. Ben sadece bilmek için bilenlerdenim mesela, ne kadar biliyorsam tabii. İş, okul konularından bahsetmiyorum. Kendi isteğimle öğrendiklerim. Biliyorum, bitiyor. Kalır, gider, orası zaten hep beyne bağlı ama benimki bomboş bilme, kendi isteğin için, kendince doygunluk hissi için.

Ama bilmek bir yandan da insana hiçliğini hissettiriyor. Dünya senden bağımsız, sen var olmadan da en ufak değişiklik görmeden devam edecek gösteriyor. Bu doğru olan mı insan için? Bilmem. Ne önemi var ki dünyada senin önemsiz oluşunun yaşadığın hayatta? Sen neticede hayatının merkezisin, önemsizliğinden bir kazanımın yok.

Yine de daha kolaylaştırıyorsa bu gerçek ki yapabilir, bilmek o zaman faydalı. Çözümlemeler faydalı değil hatta çoğunlukla, belirsizliğe itiyor çünkü. Yaşadıklarımız bizi oluştursa sadece, onu bile tercih edebilirim düşününce iyi netice için. Böyle görünce en olumsuzu bu rasyonalizm sanki? Sanki… Öyle.

Zaten düşünmek bir yere vardırsa düşünenler uçardı, heh!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: