Ormana girmişsin, her yer ağaç. Ne sağın belli ne solun. Kuzey, güney… Anlamsız, neye varacak ki? Böcekler, hayvanlar, bilinmedik ürküntüler… Geliyor geliyor, her yandan saldırıyor. Aydınlık yine iyi, görüyorsun. Bunun gecesi de var. O ürktüğün ne varsa katbekat artacak. Ormana niye girmişsin? Hiç bunu düşünebilecek halde değilsin zaten, hşşş…
Sorgulayabileceğin şeyler açlığını ne yapacağın, susuzluğunu, ihtiyaçlarını… Hani tuvalet gibi. Ağacın dibine yaparsın yapmasına da gece olacak ya hani, o ağaçlar bile seni korkutmayacak mı? Her yerdeler, her yerde. Duyduğun her ses bir hareket, hepsi bir varlığı ifade ediyor. Görmediğin milyonlarca canlı etrafta. Cansızlar korkutmaz, onlar öyle durur da bir de ne canlı, ne cansız dediklerin varsa ya? Nereden biliyorsun ki olmadığını zaten. Esintileri hissedince ürpermiyor musun?
Niye buradaydın sahi? Ama şimdi bunun sırası değil, gece geliyor. Çıkış şart, çıkınca kurtuluş var.
Yol oluşmalıydı buralarda, kim bilir kaç kişi geçti aynı yoldan. Hayat tekerrürden ibaretse bu ormana düşen ilk kişi sen değilsindir. İnsan o kadar basit bir canlı ki her biri kendini farklı sanma yanılgısına düşer. Oysa hayatı oluşturan insan, tekrar da onda başlar. Demek ki çıkış yolu olmalı bu ormanın. Peki neden görünmüyor? Belki sana gösteren ne varsa göremiyor ya da görmezden geliyorsun, hı? Algının tamamen açık olacağı durumdasın, can derdi bu. Sinek vızıltısından gök gürültüsüne, aralıktaki hiç fark etmez duyman için. Kalbinin sesini de duyarsın ilerideki yaprak hışırtısını da. O zaman yol neden görünmüyor sana?
Dünya bugünlük yavaş dönse keşke. Keşke zaman ağırlaşsa, o gece gelmese. Çığlık atman da bir yere varmıyor, çaresizliğin içinde çıkardığın o ses bir şeyleri rahatsız edip kızdırabilir. Çareyi getirmesi ihtimali de düşük. Gerçi… Gerçi birileri vardır, hı? Biliyorsun artık başka insanların olabileceğini. Düşündün, buldun. Tekrar, tekrar, tekrar… Ama hangi canlı, niye buraya gelsin ki? Hiç çıkış yok, niye gelsin? Nasıl gelsin çıkışı olmayana zaten? Girişi de olmaz ki çıkışsızın.
Ama saçmalama sakın, sakın! Çıkış elbette var, giriş olduğu gibi. Sakinleşince bulabilirsin bunu, belki bi’ hayvanı takip edersin. Olabilir tabii. Neden olmasın? Gece iniyor. Bi’ ses de fısıldıyor sana, geceyi atlatınca her şeyi daha kolay aşabilirsin. O gece gelirse gelsin, sonrasındaki aydınlıkta sen daha güçlü olacaksın. Daha aç, daha susuz ama daha güçlü… Böylece çıkış kesin gelecek önüne, bu maceran da yanına kâr kalacak. Nasıl başladığını anlatamasan da.
Biraz soğuk, üşümen kaçınılmaz. Gecelerin serinliği, hani her zaman vardı. Hep bildin bunu, hep ona göre yaşadın, önemsemeden, doğalıyla. Karanlık da alıştığın değil miydi yüklediğiniz o nice manaya rağmen? Aslında o sadece ışıksızlıktı, aynı düzenin devamı. Sevdiğin devamlılık, bazen de aksi. Şimdi biraz daha kendisini gösteriyor, diğer kavramlar gibi. Artık seni onu görüp süslemeye uğraşmayacaksın, o karşında kocaman zaten.
Bak elindekilere. Ne var? Yer. Yer gitmiyor, oyuntu açmıyor, o sağlam. O orada. Başka? Ağaçlar. Korkutsalar da aynı şekilde duruyorlar, parktakinden daha gür ama aslında aynı. Başka başka? Karanlık da bildiğin, soğuk da. Belki hayvanlar çok bilmediğin şeyler, gelirse tehlike onlardan gelir. Bir de hiç bilemediğin, belki yine bilemeyeceğin, kesinlikle bildiremeyeceklerinden. Ama varamıyorsun bir yere, çıkışa vardırmıyor bunların hiçbiri. İyisi, kötüsü, ortası, önemlisi, önemsizi… Ormandan kurtaramıyor seni.
Aklın mücadelene yetmiyor, bedenin de. Mücadelene…
…
Neden mücadeledesin bu arada? Evet, içgüdüsel çıkış arayışın başladı. Girişini sorgulayıp saplanmandan da o alıkoydu seni bu karanlıklara düşene dek. Ama neden mücadeledesin?
Doğumundan ölümüne bir mücadele şartlanmasına ittiler seni. İnsan hep savaşır dediler, hep çabalar, her zorluğu aşar, karanlıktan aydınlığa, çukurdan yükseğe çıkar. Düzdeyse bile basamakları tırmanır, başarır, ileriye gider. İnsan insana zorluk oluşturur, insan bu zorlukları yok eder. Peki neden?
Varlığını sürdürmeye uğraşıyorsun şu anda. Ormanda tek düşünebildiğin varlığını sürdürebilmek için gerekenin dışarı çıkış olduğu. Ama neden?
Neden varlığını sürdüresin ki? Mutluluk seni bu ormana getirmezdi, getiremezdi. Sen ormanı kaçış için ya da belki umutla seçmişsin. Belki bu bir tekrar değil, belki insanlar mücadeleden sonuç alamadı ve hatta tekrar varsa bile belki bunun için var. Belki o insan da “Neden?” dedi.
O ne canlı, ne cansızlar ne kadar bilinmezse bu sorunun cevabı da o kadar bilinmez. Sen neden mücadele edesin ki var olmak için? Neden var olasın?
Mutluluk. En çok buna mücadele edebileceğine inandın. Tanımlayamadan. Hazla karıştırdın, huzurla, eğlenceyle. Ya o gerçekte var olmayanlardansa ve varsa bile, çabana değmeyecekse?
Neden bu ormandan çıkman gereksin? Saldırılırsa bile neyi kaybedeceksin ki? Hayatını? Eee?
Belki bir gün birileri vazgeçti ve ne kazandı ne kaybetti. Kazanmak imkansızsa, kaybetmek zaten içinde olduğu değil midir kişinin? O hâlde neye devam?
Belki kimse bunu tam yaşamadı, ölüm de kaçıştı çünkü. Ölmeden vazgeçmek… Sen ormandayken pek olası değil, çıkınca da yine devam edeceksin idealize ettiğin hayatına. Ama vazgeçmek… Çok, hem de çok cazip gelmiyor mu azıcık düşününce?
Vazgeçmek lüks olmasın? Senin kendinden edinebileceğin lüksün.
Vazgeçmek hiç empoze edilmedi, yapabilmek kolay olmasa gerek. Ama neden? Neden sorusu varken her iddia sonunda vazgeçmeye varmıyor mu?
Umutsuzluk vazgeçmek midir? Umutsuzluk kötü müdür? Neden bunu kabul edemedin ömrün boyunca? Umutlu olmak isterken ormana girdinse, umutsuzluk seni ormandan çıkarmaz mı? Çıkarmaz, her şey doğrusal değil çünkü. Ama ne önemi var ki?
Karanlık gelsin, soğuk. Bedeninin dayanabildiği kadar. Saldırılsın sana, bedeninin dayanabildiği kadar. Neye varacak ki? Zaten gideceğin yolun sonu bu, şimdi olmasının ne sakıncası var?
Neden vazgeçmeyesin? Neden ormanda kalıp devam etmeyesin? Neden ormana gömülüp, ormanda eriyip gitmeyesin?
Belki insan takrarladı bunu da, belki yol hiç olmadı bu yüzden. Belki birileri vazgeçti ama anlatamadı, zaten anlatmaya gerek görmedi vazgeçtiğini. Rahatladılar belki. Mutlu olamadılar ama rahatladılar.
Sen neden bunu yaşamayasın? Ölene dek.
Ölüm… Can atmadığın ama pek de korkmadığın. O bile vazgeçişlerde daha anlamsızlaşmıyor mu?
Vazgeçme seçeneğini denesene bi’. İlk defa. Önüne, arkana bakmadan. Sadece orada bırakarak kendini, ortama, akışa, duruşa, susuşa, sese, ışığa, karanlığa… Bırak gitsin, gelsin, ne olursa olsun. Bırak uğraşmayı, dünya isterse sana uğraşsın, istemezse de zaten önemi yok.
Sorgulamalar “Hşş” diye kestiğin olmayacak artık, vazgeçince onlar da gidecek.
Ne dersin? Neden olmasın? Neden?
…
Vazgeç.