Belki biraz yüzeysel bir hal koyuyorum ama fısıltılı söylenen şarkılar benim söyleyemeyip beğendiklerim. Fısıltının bir cazibesi var, nedir tam bilmiyorum – belki de biliyorum? Bu hafta da farklı bi’ fısıltı keşfinedeyim.
Fısıltının dinlenebileceği ortam cazibesini düşünüyorum…
A Forest‘i biliyor musunuz bilmiyorum, Seventeen Seconds albümünden bir The Cure parçası ki bence mük-kem-mel işlerden birisidir grup genelinde. O albümü çok dinledim, bu şarkıyı da haliyle. Gerçi albüm dışında da – best of’larda hep yer alır. Neyse, sözleri çok benlik değil ama hiç değil de değil. Dinlemek isterseniz aslını bulun, çok kolay bulması. Ben cover’larından birindeyim bugün.
Spotify sık sık koyuyor önüme bi’ A Forest cover’ı zaten, bu hafta iki tane koymuş. Birisi Clan of Xymox’ın, ortalama cover, biri de Carpathian Forest‘tan. İkincisini çok beğendim. Siz de beğenirsiniz belki.
Vokal tamamen fısıltı, çok güzel bir şey bu bence. Şarkının teması güçlendilirmiş, sadece çaresiz değil biraz da gaz olmuş (bu elektrodan kaynaklı). Bunun üzerine fısıltı da dökülünce… Mmm… Güçlü, güvenli bir ton geliyor bana.
“But I know it’s too late
I’m lost in a forest
All alone
The girl was never there
It’s always the same
I’m running towards nothing
Again and again and again and again”
Fısıltı şarkısı değil mi? Bence öyle, yakışmış.
Başka ne var fısıltılı? Pulp. F.E.E.EL.I.N.G.C.A.L.L.E.D.L.O.V.E, nakarat dışları. Onu zaten çok severim, çok çok. Canlı performansında Jarvis Cocker en çok fısıltılarda zorlanır diye düşünüyordum, açık alan malum. Ama adam fısıltıları çok güzel yapmış, nakaratta yavan kalmıştı. O nakarat da özeldir biraz tabii, coşkusu, heyecanı… Yine de odayı anlatan, canlandıran adamın fısıltılı hikayesini çok beğenirim.
Başka? Hıhım önceden yazmıştım yine, PJ Harvey‘nin The Wind‘ı. Sadece erkeğe değil, kadına da çok yakışıyor fısıldayışlar. Zaten “And listen to the wind blow” derken fısıldamak da çok uyardı, sonra açık ses de devreye giriyorsa da.
…
Sessizliği sevmek var fısıltının cazibesinde. Ama sadece sessizlik değil, olduğu gibi değil, o her gece yanımızda zaten. Fısıldayışın olacağı, isteyeceğin sessizlikler.
O sessizlikler ki Einstürzende Neubauten‘ın Silence is Sexy‘sinin bahsettiği türden olan. Sigarayı içine çekerken yanan tütünün sesini, hışırtısını duyacağın, seveceğin, hissedeceğin. Sigara sempatisinin sebeplerinden olan sessizlik.
Gerçi ne der Blixa Bargeld? (Çok severim onu da)
“Silence is sexy
So sexy
As sexy as death…
Just your silence is not sexy at all
Your silence is not sexy at all”
Kimse görmez bu sonu, duymaz. Into The Wild‘ın sonundaki “Happiness is real when it’s shared” deyip her şeyden pişman oluşu görmeyiş gibi, “your silence is not sexy at all”u da görmezler.
Ben görürüm, inanırım, katılırım. Ama yine de… Silence with whispering is sexy.
Bütün bu güzel şarkıları bilmesem de sayende giriş yaptığım post punk dünyasında Close to me isimli parçayı öğrenmiştim. Eğer bu benim fısıltım deme hakkım olsaydı Close to Me benim fısıltım olurdu. Ne güzel söylemişler.
“I never thought this day would end
I never thought tonight could ever be
This close to me”
Gerçi The Lovecats’in yeri de ayrıymış Robert amcam için. Neyse sözün özü A Forest ile son kullanma tarihi gelen hayaller dünyama Close to me ile tekrar ışık tuttum. Teşekkürler müzik insanı.