İçeriğe geç

Hayaller… O kadar.

YouTube’da Refika’nın Mutfağı diye bir kanal varmış ve adını veren Refika Birgül orada yemek yapıyormuş. Önceden programı da olmuş, kitapları varmış, mış da mış. Mutfakla alakam az olduğu için çok bilgim yok. Eee? Durun çok başka yere bağlıyoruz konuyu. Ama yemek iyi giriş, hı? Bence de.

Ben Refika Birgül’ü TedX konuşmasından tanıdım. Başlık direkt ilgi alanıma uzanıyordu: Hayal Ederken Eşekten Düşülür mü?

Video çok kısa değil ama çok uzun da değil. Bir de kadın çoğu kişiden daha keyifli anlatıyor, samimi bir üslubu var ama Nevşin Mengü gibi “aağbi”leriyle iticilik de edinmiyor, “spastik gibi” benzetmeleriyle rencide de etmiyor kimseyi (bunu da iliştirdim hemen yine).

Ama izlenmezse de benim konum için özet geçeyim kısaca. “Hayal edip, inanırsan eninde sonunda hayalin gerçekleşir ama senin istediğin zamanda değil. Evrenin istediği zamanda, ama istediğinden de daha güzel şekilde” diyor Refika Hanımcım.

Çok güzel bir şey diyor. Ben her ne kadar o zamanların belirsizliğine dayanamam gibi geliyorsa da arada, eninde sonunda olacak bir şeyler de ben dayanacak mıyım o zamana kadar bilmiyorum, diyorsam da çok güzel. Hani beklemeyi daha manidar da kılıyor, “Bonus var bonus, daha iyisi olacak!” diye. Kadın tanrı da değil, ne bilecek de işte, böyle pozitif konuşmalar – ki hele ki kendisi de yaşadıklarıyla bir deneyim sunuyorsa daha tatlı ediyor anları.

İstemekle hayal kurmak arasında fark var. Herkes 1 milyon doları olsun diye ister , dolar milyarderleri dışında, ama herkes o 1 milyon dolar elinde olsa neler yapacağının hayallerini kurmaz. Önceliği bu değil çünkü, para ana hedef değil – her ne kadar çok önemliyse de – araç.

Ama ulaşılamadığında istemek çok dokunmayabilirken hayal varsa daha dokunur, o da gerçek. Ha Refika ya da o düşüncedekiler eninde sonunda ulaşılır diyor da bilemiyoruz bunu ya… Tabii can yanmasın diye ot mu olmalı kişi? İşte her zaman ne aldım ne verdimler. Ne kazanır, ne kaybederimler. Kaybedilecek çok şey var mı? Varsa hayal zaten çok gerekmez belki?

Peki başka ne var bu konuda? Haha! Tabii ki eksik kalmayacak bu konumdan bir parça. Daha önce Winter‘dan bahsettim ki o bambaşka ama The Sound‘un bir de A New Way Of Life‘ı var. Ben beni The Sound’la tanıştıran adam önerdi bu şarkıyı da diye düşünüyordum ama onun şarkıdan haberi yok (oysa bunun içinde olduğu plağı gördüm onda sanki?). Winter ile aynı ep’de çıkmış. Neyse, bambaşka bir şey var bu şarkıda. Grubun vokalinin sahip olduğu tüm depresiflik ölüyor, tutunuyor birisine ve “yeni yol”unu buluyor. İnsana tutunmak? Çok akıllıca değil, o kesin. Ama bi’ “new way of life” o kişi tarafından sağlanıyorsa…

Önce bu güzelliğin çıkışını görüyoruz.

“Light a flame in the dark. Light a flame in my heart
Light a candle to see me through these times
Hands reach for hands now. We just need each other now
Someone to hold on to in these times”

Karanlıkta ışığı yakıyorsun, kalbimde de. İkimiz de ihtiyaç duyuyoruz birbirimize. Ne güzel! Bir de yeni yol oluşuyor ki…

“There’s a new way of life. It’s up ahead
Looks like an open road. But what’s up ahead?
With my opened arms I’m frightened too
Looks like the new way of life. Takes me away from you”

Açık yola çıkıyoruz. Mis gibi değişiklikler, hayat değişiyor. Hayaller? Hayallere ulaşıyoruz belki de. Değişiklik, hepsi onda. Ben cesur davrandım, kollarımı açtım ama aslında korkuyorum da, doğal olarak. Tabii korkarım! Korkmayacak kadar cesur olmak için bir şey yaşamamak lazım ki korkulacakları bilmeyesin. Olsun, korkarak da olsa her şey hallolacak çünkü yeni yolu deniyorum, deniyoruz. Ama… Ama o da nesi? Neden bu yeni yol beni senden alıyor kuzum? Niye? Ne saçmalıyorsun Adrian Borland? Beni benden alsa ya, niye beni “sen”den alıyor?

Görmüyorum bu kısımları. Eh, gerçekçilikte zaten tüm yeni yolları insanın kendisinde denetiyor, insanı insan kurtaramıyor. Adrian Borland da zaten dayanamamış, atmış kendisini tren önüne. Ama… Neticede o havayı şarkıda bari bozmayalım? Bozmayalım be! Hayaller ölüyor, ölür. Ama onları modifiye ederek gayet de ulaşılacak bir şeyler çıkabilir ki asıl istenen şey zaten modifiye edilmişte de eskisinde de aynı, yegane istek aynı. Dekor değişir, hava değişir ama özü aynı. Özü “ben” zaten, daha n’olsun?

Dağıldı, darmadağınık oldu. Olsun. Neden olmasın? Cumartesi gecesi birden yazmaya başlayınca ne olacaktı zaten? Ve her zamanki söylediğimi yineliyorum: Buraya kadar okudunsa eğer okuyan kişi, dağınıklığa dayanabilir haldesin ve… Çok iyi değil bu belki de? Ya da çok mu iyi? Cıks değil. Çok “iyi” kafan olsa burada değildin zaten, dayanamazdın. Dayanılır değil çünkü iyilikte. Ha ne var… Çok fena bir şey de değil ya… Fena neydi ki zaten? Uyuşuyor muyuz yine? Belki de.

Neyse. Şarkı mis! Hele sonda o gitarla ana melodiyi tekrar çalıyor ya (o klasik sololar gibi de değil, teknik adını söyler misiniz?) çok zevk veriyor o anda her şey.

The Sound daha da mis ama. Ne şarkılarını buldum dinledim, dinledikçe önceden bilmediğim için kendimi kötü hissettim. Keşfettirene söyledim bunu da ne müteşekkir olduğumu anlamadı bence. Olsun, ben memnunum ya…

Yeni yolun girişine ulaştım gibi geliyor zaman zaman. Belki de alakam yok da tatlanıyorum zaman zaman. Haha! Yoo, bu defa araç da kullanmadım bunun için de… Neeeyse.

Bitsin artık. E bitti.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: