İçeriğe geç

Tuomas Henrikin Jeesuksen Kristuksen Bändi

Üzülüyoruz ya… Siz de üzülüyor musunuz? Ben üzülüyorum. Aklıma yatmıyor, mantıksızlığını biliyorum ama üzülüyorum.

Lafı dolandırmak istiyorum. Çok okkalı konuşayım, sert ve güçlü kişiliğim ışıldasın. Sonra bakıyorum, üzülüyorum. Sıkılmak değil, karamsarlıklarda boğulmak da. Gayet yalın şekilde üzülmek.

Ağlamıyorum çünkü o seviyede hissetmiyorum. Huzursuzluk zaten yerleşikliğinden kendisinden hiçbir şey kaybetmiyor ve aslında biliyorum, bu huzursuzluk da değil.

Üzülüyorum işte.

Başkalarına bundan üzüldüğümü söylemek aptalca olacağından diyemiyorum. Zaten genelini diyemem ama… Aptalcalığını bile bile bırakamadan, aklımın köşesinde tutarak üzülüyorum.

Başka terslikler geliyor, aklımı meşgul ediyor. Ama o orada. Huzursuzluğum gibi, onun yerleşikliğinde değil elbette.

Sonra değişkenli, aşamalı, içiçe geçişli şarkısını beğendiğim grubun başka şarkısına sarıyorum. YouTube’da da videoları yok, haklarında bilgi de az. Spotify’da var sadece.

Dinliyorum, dinliyorum. Dingin oturuyorum, hiçbir şey de anlamadan. Pes etmiş, kalmış…

Biliyorum, olması saçma ama… Üzülüyorum işte.

Üzülmeyi istiyor muydum? Hiç. Hem de hiç. Ama kendimi kendim üzüyorum, onu da fark ediyorum. Yine de bir gerçek de daha var ki üzülmeyi kontrol edemediğim gibi, başka gerçeklere de etkim olmuyor.

Çarşamba günü psikoloğa gideceğim. Diyeceğim, üzülüyorum. Diyecek “Üzülme.” Haklısınız, diyeceğim. Ama olmuyor. Belki dönemsel olarak bu gerekiyor.

2 ay önce Skyscraper’a sarmıştım çok. O ürpertiyordu, ürkütüyordu ama güç de veriyordu. Hem de ne güç… İnanılır gibi değildi etkisi, ben bunu yıllardır yaşamadım gibi geldi dinledikçe. Abartıyordum tabii ama o abartıyı istiyordum.

“Shake me, shake me skyscraper” diyordu sadece. O sarsıntıya ihtiyaç duyuyordum işte ben de. Yılların küçümsediğim Interpol’ünün Paul Banks’i Julian Plenti olarak sesiyle beni sarsıyordu.

Abartmada sınır tanımıyordum. Dünyayı değiştirdim onunla, kendi dünyamı. Sonrasında kendimi bulurken başkalarında dolanıyordum ama yola hep Skyscraper’la çıkıyordum.

O ne mi?

Daha ünlü tabii dünyada. Amerikan bir kere.

Skyscraper’la yola çıkarken işte – yine – bu üzülmeyi planlamıyordum. Sıkılmanın kaçınılmazlığını, kendi dünyamdan nefret edebileceğimi, umutsuzluklara daha yoğun geçebileceğimi göze alıyordum. Ama tersi de olabilirdi. Nitekim göze aldıklarımı – en azından tamamen – yaşamadım.

Üzülmek mi böyle? Hiç görünmüyordu. Normal olan da oydu, mantıklı olan. Anlatılsa da bilirim, anlatılmasına gerek olmadan da. Ben kendimde biliyorum bunu.

Yine de öylece, başka his de duymadan üzülüyorum. Belki de duyuyorum da kendimi koyduğum konumda kabul etmiyorum, kim bilir?

Grubun adını bir kere bile yazamadım. Başlığa da kopyalıyorum. Şarkı olan Regina Linnanheimo’yu aradığımda anladığım kadarıyla Lollobrigida’daki gibi (hani Gina Lollobrigida gibi) oyuncu konuya alınmış geldi. Sözlerine gerek de duymadım bu yüzden.

Dinliyorum öyle… Öyle. Daha söylemeyeyim ne hissettiğimi.

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: