İçeriğe geç

Yaşamak üzerine

Yaşıyor musun?

Son yıllarda hep hayatın benim için bir çeşit süreç olduğunu düşündüm. Aynı noktada durmak rahatsızlık veriyordu, ilerlemek lazımdı; gelişmek… Belki ikisinden farklı, bir akışın içinde olmalıydım. Yönü belirli olmayan, gerekirse geriye giden. Ama duramazdım, durmak iyi hissetiren değildi.

Düz basamakları eleştirdik, o çünkü empoze edilendi. Okul, iş, erkeksen askerlik, evlenme, çocuk, onun okulu… Buydu düz çıkılan basamaklar, benlik olamadığı belliydi en başından da bir yanım da (empoze edilenle yerleşen iç ses olduğunu fark ettim) bunun doğruluğunu içten içe haykırdığı için kendi yolumdan yana hep huzursuz oldum. Bozukluk saydım; yanlıştı, sonu iyi gelmeyecekti, reddetmek önceden belirleneni beni tüketecekti, haksızlığım sonunda yüzüme çarpacaktı mutsuzluğumun içinde.

N’oldu? Değişti mi? Aslında sadece doğruyu daha kaybettim çünkü içimdeki ses de artık doğru değil, benim seçtiğim de, aradığım da, reddettiğim de. Sadece ilerlediğimi devamlı görüyorum yine. Dışarıdan da öyle görünüyor, farkındayım bunun.

Bir tek şey var, bugün birisinin soru sormak yerine yorumda yazdığı “Sana bakınca bu ne arıyor da bulamıyor diyorum” cümlesiyle biraz düşündüm, suçlu hissetmeden bu defa. Gördüm.


Penrose merdivenini bilir misin? Hani 90 derecelik açıyla dönen, hep çıkan ama hep aynı noktada kalan merdiven. Dİğer adıyla imkansız merdiven. Şu yani:

Ondayım ben. Kendimce basamaklar tabii, öyle dağlar aşar yapıda değil de kendi hayatım için. Çıkıyorum, ilerliyorum, gidiyorum ama neticede aynı yerde kalıyorum. Mutsuzluğu içinden atamayan, kendiyle pek barışamayan, değersizlik, hiçlik, boşluk hislerini yok edemeyen, tutunamayan, suçluluk hissinden de pek kurtulamayan… Öyle “Ne yapıyorum ben?” sorusuyla dönen bir şey.

Depesyon değil galiba bu, kişilik. Belki de depresyon? Umarım öyledir. Aşmaya çalışıyorum aylardır, umudum da var ama pek oldu da diyemem bazı ışıklar çıksa da çünkü geçen de fark ettim başka bir şeyi.


Ölüme yaklaştın mı hiç? Yani… Gitmediğin yerde olan patlama, arabanın çarpışından ucu ucuna kurtulma gibilerini düşünmüyorum da tehlikenin oluşması benim dediğim ama istediğini say, yaklaştın mı? Aslında o da önemli değil. Ölümü düşününce can atmaman doğal şey de, istememe hissi geliyor mu çok net? O zaman işte, o zaman yaşamak var bunda.

Nasıl, ne yaptığının zerre önemi yok benim algımda. Dünyaya faydan olsun, olmasın. Sabah 8, akşam 5 mesai ile günü doldur, akşam da televizyon karşısında pinekle ya da dünyayı dolaş, sosyal sorumluluk projeleri içinde çok konuya çözüme uğraş, hiç önemli değil. Senin hayatın, ölçmüyoruz. Sen ölmeye karşı korku duyuyorsan, isteksizsen, ölüm tehlikesini düşününce “Oh, iyi ki atlattık” diyorsan, yaşıyorsun.

Ben mi? Ben mutluluk duyuyorum bu aralarda, merdivenin bi’ basamağına çıkmaya uğraşıyorum ki çok çok uzun süreli ve çok açıdan benlik bi’ basamaktı. Ama mutluluğu duyduğumda, yaklaştığım zamanki ölümü aklıma getirdiğimde “Oh iyi ki olmamış” hissim henüz uyanmadığı için, olsaydı da daha iyiydi sanki gibi geldiğinden… Pek basamakların aydınlığa götürdüğünü söyleyemem daha, mutsuzlukların, üzüntülerin de tüm gücüyle basışı varken hele.

İstiyorum, çok istiyorum ki bir gün “Oh” diyeyim bunu düşününce, yaşadığım saniyeler yok olmak hissinden daha rahatlatıcı gelsin. Yıllarca yaşadığım milyon hâle, zorluğa, sıkıntıya rağmen “İyi ki yaşıyorum yaa… İyi ki ölmemişim o zaman…” diyebileyim. Olur mu? Bilmem. Ne umut, ne de umutsuzluk yaymak için buradayım.


Merdivenimin ucu bi’ yere çıksın, dönmesin olduğu yerde. İsterse de dönsün, ben zaten dururum bu hisse ulaştığımda. Durmak sorun gibi gelmemeli çünkü, hissedilen rahatlık ve huzur olduktan sonra.

Tek Yorum

  1. Miraç Miraç

    Karadeniz’e taşınmanı öneririm… 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.