İçeriğe geç

Haftalık Keşif: Time is My Everything

her şeyi kendisi için anlamlandıran beni şaşırtan, yalın, dümdüz, kendi hisliliği ile içte mutluluğa yakın duygular uyandıran bir şarkı. Aslında mutluluk değil de, onun olabilirliğini hissetmek gibi. Umut gibi – ki ne alaka? Ama öyle. Dinlerken, hislerin yoğunluğuna, enstrümanın keskinliklerine ama bir yandan da olumsuzluğu barındırmamasına, kızgınlıktan eser olmayışına… Detaylarından çok bütününe tutulunan bir şarkı sunmuş Spotify bana. Ian Brown‘ın Time is My Everything‘i.

Ian Brown ilgimin olduğu bir adam değil. Eski grubu The Stone Roses’a da ilgim yok, olmadı hiçbir zaman. İkisi de sadece ismen tanıdık gelenler ki ilginç şekilde bu şarkıya duyduğum sevginin devamını kurcalatacağını sanmıyorum henüz. Çünkü F.E.A.R‘ı bi’ denedim, tabii ki ve sarmadı. Zorlamamak lazım.

Ama biliyorum ki bu şarkıdan ötürü adama sempatim olacak, biri sorsa diyeceğim “Ya o adam bir başka, Time is My Everything’i vadı bi’ ve ben çok sevdim, acayip sevdim.” Belki sonrasına ekleme gelecek, “Yani bir ara… Sonra sıkıldım ama o sevdiğimde pek güzeldi ya… Hissettirdiği falan… Hı? Ne? Ya işte abartıyorum tabii. Şarkı altı üstü, ne olacak? Heh heh…”

Neyse artık koyayım kendisini. Buyrun:

 

Neyini sevdim bu kadar aslında hala tam bilmiyorum. Tam yükselen duyguyla giderken giderken, hem “‘Cause time is my everthing” eminliğinden hem de muhtemelen, “I know you’re gonna see it in the fullness of time” derkenki rahatlatıcılıktan ayrıca etkileniyorum. Anlam aramadan, yoruma hiç gerek duymadan.

Tabii yine söyleyen değil söylenen de olabileceğimi düşünüyorumdur belki, belki biraz zorlarsam. Şunlar da hoş çünkü:

“Many moons have passed
Since our paths last crossed
Did you maybe lose your way?
‘Cause time is my everything

Time is my everything
For you I’d do anything
Under the sun
Child, don’t you fear anything
For even the greatest men
Shall have to stand in line”

Eh neticede çok sorgulamanın anlamı da yok. Sevmişim işte ve zaten bu şarkının bir güzelliği de, birileri benimle aynı düşüncelerde olamaz kesin, diye düşündürmeden sevdirmesi kendisini. Yani öyle ki, keşke birileri de beğense ve biz ortak zevkimizi oluşturmuş olsak, diye düşündürüyor, hissettiriyor. Nedense…

Bir yere bağlayamazken de… Sonunda sanki dial up bağlantısı kuruluyormuş gibi bir cızırtıyı ben duyuyorum kulaklıkla, bunu başka duyan olursa söyler mi bana?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.